31 Ağustos 2021 Salı

"Kürk Mantolu Madonna" ve Havran




Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali'nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihleri arasında "Büyük Hikâye" başlığı altında 48 bölüm olarak yayımlanmıştır. Kitap uzun yıllar en çok satan kitaplar listesinin zirvesinde yer almış ve sadece YKY bünyesinde 106. baskı yapmıştır.

Sabahattin Ali'nin unutulmaz eseri Kürk Mantolu Madonna'nın bazı bölümleri kitabın baş karakteri olan Raif Efendi'nin doğup büyüdüğü memleketi olan Havran'da geçmektedir.

***

"Babam Havranlıydı. Ben orada doğdum ve büyüdüm. Orada ilk tahsilimi yaptım, sonra bir müddet, bize bir saat kadar uzaktaki Edremit idadisine gidip geldim. Umumi Harbin son senelerinde, on dokuz yaşlarında askere alındım; fakat daha talimgahta mütareke ilan edildi. Kasabaya döndüm. Tekrar idadiye devam edip bitirmedim. Zaten okumaya pek hevesim yoktu. Araya giren bir senelik zaman ve o sıralarda bu havalide hüküm süren karmakarışık vaziyet beni tahsilden soğutmuştu."

***
"Sabunlara damga vuran preslerin hangi fabrikalar mamulatı olduğunu kaydettim. Kendimi şimdiden, Havran'da kuracağım büyük ve modern sabunhanenin müdürü olarak görüyor, üzerinde "Mehmet Raif - Havran" damgası bulunan pembe renkli, yumurta şeklinde sabunların, yumuşak ve kokulu kâğıtlar içinde, bütün Türkiye'ye nasıl yayılacağını tasavvur ediyordum."



Romanın baş karakterleri olan 20'li yaşlarındaki Raif Efendi  babasının da teşvikiyle sabun yapımı konusunda bilgisini arttırmak üzere doğup büyüdüğü Havran'dan Berlin'e gelir. İkinci dünya savaşı'nın arefesindeki Berlin'de Hitler'in de siyaset sahnesine çıkmasıyla faşizm rüzgarları esmeye başlamıştır. 

Raif, Berlin'de ziyaret ettiği bir sanat galerisinde gördüğü tablodaki bir kadına platonik olarak aşık olur. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça galeriye tabloyu görmeye gider. Artık gündelik bir ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tabloda resmedilen Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. 

Maria canı ne isterse onu yapan özgür ruhlu biridir. Çeşitli kerelere Raif'i çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar ve uzun süren bir arkadaşlık başlar. Raif Maria'yı çok sevmektedir fakat Maria'nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler. Fakat bir süre sonra Raif, babasının öldüğünü öğrenir ve Havran'a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Ancak birkaç mektuptan sonra, Maria'nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria'nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif'in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri burada başlar. Sevmediği bir kadınla evlenir. 

Mektupların kesilmesinden tam on yıl sonra Raif, Maria'nın bir akrabasını Ankara'da görür. Ondan da Maria'nın hayatta olmadığı haberini alır. Üstelik Maria'nın mektuplarında sadece "iyi haber" olarak nitelendirdiği gerçeği de o esnada öğrenecektir.

***

Kürk Mantolu Madonna 2016 yılında Maureen Freely ve Alexander Dawe'nin İngilizce çevirisiyle Penguin Yayınevi'nin Modern Klasikler serisinden yayınandı.




30 Ağustos 2021 Pazartesi

Sarıkız Söylencesi

 


Kaz Dağı’nm Edremit Körfezi’ne bakan yamaçlarında Sarıkız Tepesi adı verilen bir yer vardır. Burada, üzeri çakıl taşları ile örtülü bir mezarda, ermişlerden bir hatunun yattığı rivâyet edilir.

Anlatıldığına göre, çevre köylerden birinde çok güzel bir kız varmış. Pek çok delikanlı bu kızla evlenmek İstermiş. Fakat kızın babası, bunca emekle, zahmette büyüttüğü kızını öyle, kolayca gelin etmek istemez. Kızını rahat ettirecek bir koca bekler, bekler ki damadı ile öğünsün. Fakat, dünya kötülerin dünyasıdır; yalan da onlarda, iftira da... Derler ki: «Senin kızın kötü yola saptı.»

Babası inanamaz, fakat ona tesir ederler. Adamcağız çaresiz kalır, bu lekeyi temizlemeye karar verir. Fakat yine öldürmeye kıyamaz, kendi vermediği canı nasıl afsın!.. Onu ancak gözden uzak tutmak ister ki dosta düşmana karşı yüzü olsun. Baba, kızını alır yanma, katar kazlarını önüne doğruca Kaz dağı’mn yolunu tutar. Orada bir müddet birlikte kaz otlatırlar, öğle olur, yemek yerler.

Derken kızın babası, evladının bir anlık ayrılmasından istifade ederek oralardan uzaklaşır. Yol bilmeyen, iz bilmeyen kız ölüme terkedilir. Kız ölmez. Dağda günlerce, aylarca yaşar. Yolunu kaybedenlere yol, İzini kaybedenlere İz gösterir, önları kurtarır. Bilhassa kış günlerinde fırtınaya tutulanlara yardım eder. Kızının ölmediğini, hayatta olduğunu öğrenen baba, dayanamaz, yollara düşer. Yüreği evlat ateşiyle yanmaktadır, bir solukta kızının yanına ulaşır. Baba, Kartaltepe’de ölür; oraya Babatepe adı verilir. Kızın öldüğü ve bugün kabrinin bulunduğu yere de Sarıkız Tepesi adı verilir.Sarıkız’ın bulunduğu yer, daha hayatta iken ışıklı imiş, çok uzaklardan oranın ışıkları görülürmüş.


Kaz Dağları’nın zirveleri Aleviler için çok kutsal bir ziyaret makamıdır. Aleviler, Kadın Ana’nın kızı olduğunu düşündükleri ‘‘Sarıkız'm mezarının, Kaz Dağlan’nın 1750 rakımlı tepesinde olduğuna inanırlar. Truva civarında yaşayan Alevi köylerinde her yılın Ağustos ayında Sankız adına şölenler düzenlenir. Sarıkız kutlamalan 22 Ağustos sabahı, evlerde tek tek ya da ortaklaşa Sankız adına kurban tığlanması ile başlar. Sonra ‘ilk sabah sofrası' adı verilen sofralar kurulur. Alevi kadınlar ‘ilk sabah sofrası'na en güzel kıyafetleri ile katılırlar. Sofranın arkasından, her evin genç kızı komşu evlere yiyecek dağıtır. Buna ‘hayır dağıtma' denir. Törenler, köy kadınlanmn öncülüğünde düzenlenen eğlenceler ile Sankız kutlamalan; erkeklerin de katıldığı bir ‘kadınlar şenliği'ne dönüşür.

Buna göre Sarıkız Hazreti Ali ile Hazreti Ayşe'nin bedensel yanı olmayan bir birleşmeden doğmuş kızlarıymış. Annesiyle babası, birbirlerine hiç dokunmadan dünyaya gelmiş. Sonra da yaşlı bir bilge olan Selman Farisi tarafından korunmak üzere Kazdağı'na göndermişler. Sarıkız büyüyünce, Selman Farisi ona âşık olmuş. Yakışıklı genç bir erkek olmayı dilemiş ve dileği yerine gelmiş. Sarıkız ile bir tek geceyi beraber geçirmişler. Sonra yaşlı adam gene eski haline dönmüş, Sarıkız kederden ölmüş.

Tahir Harimi Balcıoğlu, Kaz Dağlan’ndaki Sankız’ın kabrinin Tahtacı Alevilerinin kâbesi olduğunu, Alevilerin her yedi yılda bir burayı ziyaret ederek hacı olduklannı, ziyarete mani hali olanlann vekil gönderdiğini yazar. Balcıoğlu’nun aktardıklanna göre hac her yıl 13 Ağustos-11 Eylül arasında gerçekleşir. Haccın sonunda yapılan büyük Ayin-i Cem, Narlıdere Yanyatır Ocağı dedeleri tarafından yürütülür.

Mina Urgan'ın "Bir Dinazor'un Gezileri" adlı kitabında da Sarıkız ile ilgili bir bölüm yer almaktadır. Yazar Edremit yöresine yaptığı bir gezi sırasında Sabahattin Eyüboğlu'nun kendisine anlattığı bir Sarıkız söylencesini bize aktarır.

Mina Urgan Sarıkız ile ilgili farklı farklı söylencelerin de olduğunu iletiyor kitabında. Örneğin, Sarıkız, Peygamberin kızı olan Fatma'nın eşi Hazreti Ali'ye aşıkmış. Babası, onu cezalandırmak için, bir kaz sürüsüyle birlikte dağın doruğunda ölüme terk etmiş. Ama Sarıkız, masum olduğundan ölmemiş, güzel bir ışığa dönüşmüş.


Kaynakça: 
Mina Urgan - Bir Dinazorun Gezileri (YKY)
Erdoğan Çınar - Aleviliğin Kökleri (Kalkedon Yay)
 



18 Ekim 2020 Pazar

Mustafa Seyit Sutüven: unutulmaz bir şiirin unutulmuş şairi


“Sutüven”, Kaz Dağları’nda bir şelalenin adıdır ve şair, soyadını bu şelaleden almıştır.  Adını bu şiirle duyuran Mustafa Seyit Sutüven, 1908’de Edremit’te doğar. 1921'de Edremit Numune İptidaisi’ni bitirdikten sonra kendi çabasıyla dışardan girdiği sınavlarla Balıkesir Akşam Lisesi’ni tamamlar. Erken yaşta ticarete atılmıştır. Edremit'de “Yeni Köylüler Pazarı” adını verdiği bir kırtasiye dükkânı açar. Madencilikle uğraşır, Edremit ve İzmir’de Zeytinyağı Kooperatiflerinde müdürlük ve yönetim kurulu başkanlığı yapar.Bir yandan da maden ticareti yapar. Edebiyatla ilişkisini hiç kesmez Sutüven; İstanbul, Ankara gibi şehirlere gidip gelir sık sık.
İlk şiiri 1935’te Yücel Dergisi’nde yayımlanır. Servet-i Fünun, Uyanış, Yeni Ses, Varlık, İnsan, Yurt ve Dünya, Türk Dili, Yeditepe ve Yeni İnsan şiirlerini yayımladığı diğer dergilerdir. Yaşamı boyunca hiç kitabı çıkmaz Sutüven’in. Ancak ölümünden sonra şiirleri İş Bankası Kültür Yayınları tarafından “Bütün Şiirleri” adı altında yayımlanır.  (İş Bankası Kültür Yayınları, 1976 - Hazırlayan: Zahir Güvemli, Behçet Necatigil)
Halk deyişlerinden çağdaş Yunan mitolojisine kadar geniş bir kültürle beslenir Sutüven’in şiiri. ‘Burda gezerdi Keykubad/Burda keserdi Mihridat/Burda içerdi Antuvan!’ dizeleri bile açıklar bu mitoloji tutkusunu. “Bütün Şiirleri” kitabının önsözünde Zahir Güvemli’nin dediği gibi; “…içinde yaşadığı toplumun bütün acılarını, sevinçlerini duyan, duyuran bir halk çocuğu. Öyle bir halk çocuğu ki, yaşadığı topraklara Halikarnas Balıkçısı’nın gözüyle bakıyor ve o topraklardaki medeniyet bütünlüğünü, kültür bütünlüğünü görebiliyor…”
Mustafa Seyit Sutüven aruzdan hece veznine, serbest nazımdan koşmaya kadar her türde şiirler yazsa da; asla bir akıma bağlı kalmaz. Kendi bildiği yolda ışıl ışıl parlayan bir Türkçeyle; coğrafyadan tarihe, mitoloji’den halk efsanelerine kadar uzanan geniş bir yelpazede yazar şiirlerini.  Eski Anadolu kültürleri ve Akdeniz Havzası edebiyatı tesirinde kalmış, yaşadığı yörenin söylencelerini şiirleştirdi. 
1934’te Atatürk’ün İzmir’den Edremit’e geleceği öğrenilince zamanın Edremit Kaymakamı Mithat Kemal Bey, Edremit bölgesinde şairliğiyle tanınan Mustafa Seyit Sutüven’e Kaza Dağlarının güzelliğini anlatan bir şiir yazmasını istemiştir.  "Sutüven" şiiri bu istek üzerine yazılmıştır.
14 Ekim 1969 tarihinde İzmir’de hayata veda eden Şair Mustafa Seyit Sutüven, İstanbul´da Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülüdür. Şairin en büyük şansızlığı da kolay unutulmasıdır elbette. Ölümü bile duyulmaz Sutüven’in. Sadece ölümünden on beş gün sonra Yeditepe Dergisi’de çıkar haberi o meşhur Sutüven şiirinin altına düşülmüş, ‘bu şiirin şairi öldü’ yazısıyla. 


SUTÜVEN *
Bir kayadan duman duman
On yedi metre atlayan
Dağ kokusuyla yüklü su.
Boşluğa fırlayınca, saç
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.
Şi’rin elindesin bugün
Eski masalların bütün
Canlanacak birer birer.
Akhalılar da bir zaman
Şair, ilâhe, kahraman,
Şi’rini burda içtiler.
Hepsi tapardı rengine,
Rastlamamıştı dengine,
Hiçbiri, mor Tesalya’da.
Öyle füsunludur bu yer
Şi’rine borçludur Homer
Çünkü senindir İlyada.
Eski, uzun zamanların,
Tığ gibi kahramanların
Türküsüdür sesin henüz.
Dağda hayat uyandıran
Taşları duygulandıran
Bir son ilâhesin henüz.
Afrodit olmadan ilâh
Dağdan inerdi hersabah
Elde gümüş hamam tası.
Burda çıkardı örtüden
Kimseye gösterilmeyen
Gerdanı, göğsü, kalçası.
Altına mavi mermerin,
Üstüne ak köpüklerin
Kurt gibi saldırırdı hep.
Kimseye belli etmeden,
Hırsla kucakladıkça sen,
Göğsünü kaldırırdı hep.
Burda Moğol, Yunan, Mısır,
Med, Roma, Türk, asır asır
Taptı döküldüğün yere.
Tanrıların konakları,
Orduların otakları
Burda ererdi göklere.
Söylediğim masal değil;
Atları, kahraman Aşil
Burda sulardı bir zaman.
Burda gezerdi Keykubat,
Burda keserdi Mihridat,
Burda içerdi Antuvan!
Göğse nasıl batarsa diş
Öyle derinden işlemiş
Taşlara Hektor’un izi.
Söyle, bugün niçin, neden
Bunca ilâhlığınla sen
Kulluğa almadın bizi?
Halbuki bir Yunan kadar,
Hüsnüne her tapan kadar
Tapmayı biz de anlarız.
Bizleri başka görme sen;
Hüsnü, Huda kadar seven
Gönlü temiz adamlarız.
Hepsini at da bir yana,
Bari o günlerin bana
Şi’rini söyle tatlı su.
Şi’rini, geldiğin yerin
Şi’rini, eski günlerin
Söyle, köpük kanatlı su!
(Mustafa Seyit Sutüven)

(* “Su Döven” yani suyun çağıldadığı yer, şelale, çağlayan anlamına gelen bir halk söyleyişi)




"Kürk Mantolu Madonna" ve Havran

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali'nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şub...